Bu söyleşi, Bugünden Dergisi'nin 15. sayısında (Kasım-Aralık 2013) yayımlanmıştır.
Söyleşiyi Yapan: Nefise Abalı
Arslan Elver, 1998 yılından beri sinema ve animasyon
sektöründe 3D karakter animatörü olarak çalışıyor. Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu
olan Elver, sektörün yetenekli, çalışkan ve ödüllü sanatçılarından biri. Bugüne
kadar hem yurt içinde hem de yurtdışında TV dizisinden bilgisayar oyunlarına,
reklam filmlerinden uzun metraj filmlere kadar birçok projede yer aldı.
Bu projelerin çoğunu hepimiz severek izlemişizdir eminim. Bunlardan en bilineni 2006 yılında gösterime giren “Hacivat-Karagöz Neden Öldürüldü?” filmidir. Bu filmin dışında çoğumuzun bildiği birçok yabancı filmde görev aldı. 2007 yılında “Underdog” ve “His Dark Materials: The Golden Compass” (Altın Pusula), 2008 yılında “The Chronicles of Narnia: Prince Caspian” (Narnia Günlükleri - Prens Kaspiyan), 2009'da “Where The Wild Things Are” (Arkadaşım Canavar), 2010'da “Harry Potter and the Deathly Hallows: Part I” (Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 1) ve “Clash of Titans” (Titanların Savaşı), 2012'de “Mirror Mirror” (Pamuk Prenses’in Maceraları) ve “Byzantium” filmlerinde karakter animatör olarak çalıştı. Geçtiğimiz günlerde gösterime giren “Maleficent” filminde de karakter animatörlüğü yaptı. Bu sayıda deneyimlerinden yola çıkarak Arslan Elver’le animasyon tarihi, sektörü, animasyonun sanatsal yönü, edebiyatla ilişkisi, sektördeki eksiklikler ve gelişmeleri üzerine söyleştik. “Maleficent” filminde yoğun bir şekilde çalışırken bize vakit ayırdığı için kendisine teşekkür eder, başarılarının devamını dileriz.
Bu projelerin çoğunu hepimiz severek izlemişizdir eminim. Bunlardan en bilineni 2006 yılında gösterime giren “Hacivat-Karagöz Neden Öldürüldü?” filmidir. Bu filmin dışında çoğumuzun bildiği birçok yabancı filmde görev aldı. 2007 yılında “Underdog” ve “His Dark Materials: The Golden Compass” (Altın Pusula), 2008 yılında “The Chronicles of Narnia: Prince Caspian” (Narnia Günlükleri - Prens Kaspiyan), 2009'da “Where The Wild Things Are” (Arkadaşım Canavar), 2010'da “Harry Potter and the Deathly Hallows: Part I” (Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 1) ve “Clash of Titans” (Titanların Savaşı), 2012'de “Mirror Mirror” (Pamuk Prenses’in Maceraları) ve “Byzantium” filmlerinde karakter animatör olarak çalıştı. Geçtiğimiz günlerde gösterime giren “Maleficent” filminde de karakter animatörlüğü yaptı. Bu sayıda deneyimlerinden yola çıkarak Arslan Elver’le animasyon tarihi, sektörü, animasyonun sanatsal yönü, edebiyatla ilişkisi, sektördeki eksiklikler ve gelişmeleri üzerine söyleştik. “Maleficent” filminde yoğun bir şekilde çalışırken bize vakit ayırdığı için kendisine teşekkür eder, başarılarının devamını dileriz.
- Türkiye’de animasyonun kökenini gölge oyunuyla,
yani Hacivat-Karagöz’le ilişkilendiren görüşler var. Siz bu görüşlere
katılıyor musun? Türkiye’nin animasyon tarihiyle ilgili neler
söyleyebilirsiniz?
Aslında katılıyorum. Şöyle ki, zaten bildigimiz anlamda animasyonun tarihi
yaklaşık 100 yıl civarında. Disney'in kurulmasından önce de yapılan iki
boyutlu animasyon çalışmaları vardı ama birçok kültürde yer alan gölge oyunu da
bir çeşit kuklacılık. Kuklaların canlandırılmasında timing,
yani zamanlama var.
Doğru timing hem kuklada hem animasyonda ortak nokta.
Muppet Show'a baktığınızda son derece basit kuklalar, doğru timing ile kullanıldığında bizi çok etkiliyor. Aynı şey Hacivat-Karagöz gibi gölge oyunlarında da geçerli tabii. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda direkt bir bağlantı kurmak tabii ki zor ama böyle bir tarihimizin olması animasyon adına da, ilham almak adına da çok değerli.
Animasyonun Türkiye'deki tarihi tabii ki iki boyutlu animasyonla başlıyor. Çizgi film- animasyon en çok reklam filmlerinde kullanılan bir teknikti. Hâlâ da ağırlıklı olarak reklam ve TV dizilerinde sıklıkla kullanılıyor ama artık üç boyutlu animasyon ön planda. Maalesef iki boyutlu ya da üç boyutlu animasyon sinema filmleri konusunda yetersiz
bir noktada ülkemiz.
Belli bir noktada artık sinema sektörüne bunları kaydırmamız lazım ve bunu yaparken sadece ülkemizi değil, yurtdışı pazarını da hedeflememiz lazım.
- Yıllardır animasyonun bir sanat dalı olup
olmadığı ilgili tartışmalar yürütülüyor. Kimilerince iki boyutlu animasyon
bir sanat olarak görülüyorken üç boyutlu bilgisayar animasyonunda bunun
geçerli olmadığı söyleniyor. Siz animasyonun sanatsallığını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Buna tam olarak katılmıyorum. İki boyutlu animasyonun da, üç boyutlu animasyonun da cok başarılı ve başarısız örnekleri mevcut. Sanırım iki boyutlu animasyonu sanat
olarak görenlerin argümanı, animasyon yapabilmek için iyi bir çizer olmak
gerektiği düşüncesidir. Yani animatörün iyi bir desen bilgisine sahip olması.
Ama bu üç boyutlu animasyonun iki boyutlu animasyondan
daha basit olduğu ya da aynı sanatsal niteliği olmadığı anlamına gelmez. Çünkü üç boyutlu animasyon da, iyi bir deseninizin olmasına gerek yok, bilgisayar
ortamında, içine iskelet sistemi yerleştirilmiş bir kukla önünüze hazır geliyor. Siz o kuklanın dijital ortamdaki kontrollerini kullanarak
karakterinizi canlandırıyorsunuz. Üç boyutlu animasyonun ilk zamanlarında iskelet sistemleri ve deformasyon teknolojileri çok yeniydi ve iki boyutlu animasyondaki serbestlik
yoktu. Bu artık
ortadan kalktı.
Şöyle bir gerçekliği de unutmamamız lazım; genelde yaptığımız çalışmalar, film, oyun, TV dizisi gibi şeylere yönelik olduğu için biraz da commercial art (endüstriyel sanat) dediğimiz kategoriye giriyor. Bir yerde başkasının fikirlerini veya görüşlerini de oluşturmasına yardım ediyorsunuz. Hâlbuki tamamiyle sanat amaçlı bir şey yapmaya kalktığınızda, iki veya üç boyutlu animasyon sadece bir teknik hâline geliyor. Kullanılan her teknikte olduğu gibi aralarında farklar olması da normal. Açıkçası cok iyi iki boyutlu animatör olup üç boyutlu animasyonda çok iyi olmayan ya da tam tersi olan
kişilerle karşılaştım. Önemli olan kafanızdakini bir yöntemle ekrana aktarabilmek.
- Animasyonu sinemanın bir alt dalı, yani sinemada
kullanılan tekniklerden biri olarak mı, yoksa sinemanın karşısında ayrı
bir tür olarak mı görüyorsunuz?
Şahsi görüşüm animasyonun sinemada kullanılan bir teknik olduğu. Çünkü bütün bunların özünde yatan bir tek şey var, o da iyi bir hikâye anlatabilmek.
Oscar ödüllerinde yaklaşık 10 yıl önce Best Animated Feature Film
(En İyi Animasyon Filmi)
dalı oluşturuldu. Bunun en büyük sebeplerinden biri, artan animasyon yapımlarıydı. Ama sonuçta bu ödüller verilirken
en iyi anlatılan hikâyeye bakıyor herkes.
Harry Potter, Deathly Hallows Part 1
- Sinema ve edebiyat arasında sıkı bir ilişki
olduğunu biliyoruz. Öyle ki birçok edebî eser sinemaya uyarlandı.
Bunlardan bazıları sizin çalıştığınız Harry Potter ve Ölüm Yadigârları ve
Narnia Günlükleri: Prens Kaspiyan adlı sinema filmleri. Peki sizce
animasyon, edebiyatla nasıl bir ilişki kuruyor? Animasyon dünyası da
edebiyattan besleniyor mu?
Tabii
ki de. Aslında
demin bahsettiğim şeye dönüyoruz hemen: Hikâye. İlginç bir not düşmek isterim. Yüzüklerin Efendisi üçleme serisi ilk çekilmeye başladığında, sanırım ya birinci ya ikinci filmi sinemaya girmeden önceki küçük tanıtım videolarında, yönetmen Peter Jackson'ın şöyle bir lafı var: Artık teknoloji Tolkien'in zengin hikâyelerini anlatabilecek noktaya erişti.
Gerek full animasyon, gerekse görsel efekt filmler, artık çok daha zengin bir görsellik sunabilmekte bizlere. Artık yönetmenlerin kafalarındaki bir hikâyeyi ya da inanılmaz zengin görselleri olan bir edebî eseri sinema perdesine aktarması 20 yıl öncesine göre çok çok daha kolay.
Buradaki sıkıntı, maalesef prodüktörlerin, gişede hüsrana uğramamak için hikâyeden önce görsellikleri öne çıkarmaları ya da hikâyeyi, prodüksiyonun başında yeterince iyi çözümlememeleri. Bu yüzden de bazen, inanılmaz görsellere sahip ama içi boş filmlerle karşılaşabiliyoruz. Ya da harika bir kitabın, sinema versiyonunu beğenmeyebiliyoruz.
The Chronicles of Narnia Prens Caspian 1
- Bir edebî eserin animasyona konu olabilmesi için
belirli özellikler taşıması gerekir mi? Örneğin animasyon denilince akla
olmazsa olmaz eğlence ve mizah geliyor. Eğlence ve mizah olmadan da
animasyon filmi yapılabilir mi?
Bu çok güzel bir soru. Aslında aynen de dediginiz gibi eğlence ve mizah ön plana çıkıyor ve bunun tek sebebi var: Gişe hasılatı. Eğer film yapımcıları çocuklara yönelik filmler yaparlarsa -bu da en çok eğlence ve mizahla öne çıkıyor- o vakit onları sinemaya getirecek olan ebeveynleri de bu filmleri onlarla beraber izleyecek ve daha çok gişe hasılatı yapacaklar.
Komedi, eğlence türü haricinde yapılan animasyon çalışmaları da mevcut tabii ki. Bunlara Final Fantasy ya da 9
gibi filmleri
örnek verebiliriz. Ama hasılatları hiçbir zaman diğer komedi filmleri kadar olmadı bu filmlerin. Bu da yetişkinlere yönelik animasyon filmlerindeki açığı gösteriyor bize, çünkü stüdyolar için riskli bir yatırım. Ama bu konuda benim favorim olan bir film var, The
Incredibles (İnanılmaz Aile). Bu film hem eğlenceli hem de yetişkin aile sahibi birisinde empati yaratacak bir film.
Umarım bu tarzda filmleri daha çok görürüz.
Görsel efekt içeren uzun metraj filmlerde ise durum biraz farklı. Onlar da sadece komedi türü degil, aksiyon, macera gibi yetişkinlere yönelik örnekleri daha rahat görüyoruz.
- Türkiye’de sinemanın yetişkinlere, animasyonun
sadece çocuklara hitap ettiği algısı var. Bu durum neden kaynaklanıyor? Bu
algının kırılması için neler yapılması gerekir?
Az
önce bunu biraz
cevaplamaya çalıştım. Ama ilginçtir ki, bu sadece Türkiye'ye yönelik bir durum degil. Yurtdışındaki algı da böyle. Sebebi stüdyoların risk almak istememesi. Animasyon filmlerin yapımı
çok pahalı ve maalesef bu stüdyolar için bir yatırım ve yatırımlarını korumak istiyorlar.
Sanırım yetişkinlere yönelik filmlerin gişedeki başarısı bunların artmasına yardımcı olacak. Ayrıca, animasyonda kısa film dalında yetişkinlere hitap eden ve çok daha ciddi konuları işleyen birçok film bulmak mümkün.
Clash of The Titans
- Narnia Günlükleri, Titanların Savaşı, Altın
Pusula gibi yabancı filmlerde karakter animatörü olarak çalıştınız. Türkiye’de
de Hacivat-Karagöz Neden Öldürüldü? filminde yer aldınız. Dolayısıyla
dünya ve Türkiye sinema sektörünü yakından tanıyorsunuz. Her iki sektörü
karşılaştıracak olursanız neler söylemek istersiniz? Animasyon filmlerin
kalitesinde bir artış söz konusu mu?
Evet
her iki piyasada da çalışan biri olarak Türkiye'de reklam sektorü ve TV dizisinde yoğun bir şekilde animasyon kullanıldığını
söyleyebilirim. Maalesef
filmlerde animasyon
veya görsel efektleri pek fazla göremeyebiliyoruz.
TV dizilerindeki artış gözle görülür seviyede. Bunu daha çok TRT Çocuk kanalının kurulmasına borçluyuz. Bu iyi bir şey çünkü, daha cok insan animasyon öğreniyor ve bu da sektörün oluşmasına yardımcı oluyor. Maalesef TV dizileri haftada çok fazla saniyede animasyon üretmek zorunda, bu da kalitenin yükselmesine çok fırsat vermiyor doğal olarak. Bazı reklam filmlerinde eğer takvim imkân verirse bu gerçekleşiyor. Ama sektördeki animasyon kalitesinin yükselmesi icin uzun metraj ya da kısa filmlerin artması lazım. Animasyon
zaman alan bir şey,
eğer kalitenin yüksek olmasını istiyorsanız animasyonu aceleye getirmemeniz gerekiyor. O yüzden de umuyorum ki Türkiye'de daha yüksek kaliteli projelere imza atılarak
sektöre daha çok katkıda bulunulacak.
- 2008 yılında Türkiye’de TRT Çocuk kanalının
açılmasıyla birlikte animasyon sektöründe bir canlanma yaşandı.
Yurtdışında çalışan biri olarak son yıllarda Türkiye’de yapılan
çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Size göre bu sektördeki önemli
gelişmeler ya da eksiklikler nelerdir?
Sanırım bunu bir önceki soruda biraz açıkladım. Türkiye'deki dizi sektörü haftada yaklaşık bir dakika hatta bazı yerler günde 30 saniye üretim istiyor. Bunun benzerleri yurtdışında da mevcut ama bazı yerler haftada 30 saniye üretmeyi başarabiliyor, bu da kaliteyi bir dizi için çok yükseltiyor. O yüzden de yetişen animatörlerin kaliteli üretime önem vermeleri, eğer çalıştıkları yerde bunu yapamıyorlarsa bile boş zamanlarında özenerek çalışmalarına devam etmeleri gerekir. Bu hem onların kişisel gelişimlerine hem de sektördeki kalite ortalamasının artmasına yardımcı olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder